Geldim, durdum, baktım...

Gerekli bir açıklama...

Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...

15 Haziran 2012 Cuma

03:43 • Dr. Durmuş Bakar | , , ,    1 yorum

—Siyah bu siyah.
—Osman Abim doğru söylüyor, siyah.
Dışarıdan bakanlar açısından garip bir görüntü ve diyalog oluştuğunun farkında olmak ve bir yandan “yahu etmeyin eylemeyin, bu lacivert” diye adeta yalvarırken, bir yandan da ayağınızı boya sandığından kurtarmaya çabalamak, her ne kadar sizi tanıyan birinin oradan geçme olasılığı sıfıra yakınsa da, kendi çapınızdaki karizmanızın “boyayalım abi” çağrısına uymanızla uçup gitmesi, insanı bir hoş ediyor.
Osman Abi, Fuar kapısının yanında mevzilenmiş, yaşlıca bir boyacı. Yaklaşık bir hafta boyu, her sabah önünden tozlanmış süet botlarınızla geçerken yaptığı ısrarlı çağrılara, artık ertesi gün bu çağrıdan kurtulacağınız umuduyla gülerek yanıt veriyorsunuz:
—Amcacığım, bu hem süet, hem lacivert. Nasıl boyayacaksın burada?
Osman Abi’nin arkası demir parmaklık. Ve yanında o parmaklığa dayanmak suretiyle ayakta durabilen, daha doğrusu, duvarın köşesine belli bir eğimle bırakılmış uzun saplı bir temizlik aracı izlenimi uyandıran arkadaşından geliyor yanıt. Saat 10 civarı ve o saatte dolanan bir dil. Dolanmakla kalmayıp fırlayan bir dil. Dersiniz ki, içkisinin mezesi pek yağlı bir yiyecekmiş de, dili kayganlaşmış ve kayıp çıkıyor ağzından döndürülmeye çalışıldıkça.
—Boyar Osman Abim, gel sen.
Ayağımı uzatıyorum, iki şık var: Ya gerçekten boyar ve bu işime gelir, ya, altından kalkamayacağını anlar ve artık tacizden kurtulmam anlamında bu da işime gelir.
Önce paçamı kıvırıyor, sonra ustaca iki hareketle bağcıkları söküp alıyor. Bir cerrahın ameliyat aletlerini hazırlaması edasıyla, bir boya kutusunu açıyor, sonra artık kılı dökülüp tahta zemini kalmış, zamanında fırça olduğu kestirilebilen “alet”ini çıkarıyor. Önce o fırçayla iyice seyrelmiş saçlarını tarıyor (nedense bunu yaparken öbür eliyle de burnunu tutuyor), sarhoş yardakçısıyla buna gülüyorlar, sonra ayakkabımın üzerine boyayı boca ediyor.
—Aman ne yapıyorsun, o boya siyah!
—Ayakkabın da siyah.
İtirazlar geçersiz. Üstelik, artık yapacak bir şey de yok. Uzunca bir lacivertti siyahtı tartışması sonrasında, teslim oluyorum. Sarhoş yardakçı, bu teslimiyeti, tarihçe anlatmaya başlayarak tescil ediyor. Olan olmuş, sohbet başlamış. 30 yıldır o köşede otururmuş Osman Abi. O zamanlar orası istasyonmuş filan. Eline kimse su dökemezmiş boyacılıkta. (Bu belli, Osman Abi’nin 30 yıllık boyacılık mesleğinin bütün izleri ellerinde duruyor.) Ünlü müşterileri varmış.
—Di mi Osman Abi…
Osman Abi vakur, baş sallıyor. Geçenlerde bir bakan, siyah ayakkabılarını getirmiş de, “Bunu ancak sen becerirsin, bunu beyaz yap” demiş. “Eminim yapmışsındır” diyorum, ironiyi anlamıyor haliyle, yardakçı “Yapmaz mı bee, o piridir bu işlerin” diyerek, hak ettiğine kanaat getirdiği bira parasını sandıktan alıp büfeye doğru yuvarlanıyor.
Hazır baş başa kalmışken, “Bunu kendi rengine nasıl döndürebilirim” diyorum. Dürüst adam Osman Abi, yüzüme bakıyor bağcıkları takmayı bırakıp, “Dökülür bu boya yakında, kendi rengi çıkar zaten” diyor. Neden siyah diye inatlaştığını da açıklıyor: Elinde ne varsa, onu satacaksın! Bunu söylerken, sesinde, “Bunu ben istemedim, oyunun kuralı böyle” tonu var.
Birayı içerek geliyor arkadaşı, “Güle güle giy, yepyeni oldu valla” diyor bana. Gülüyorum.
Yepyeni siyah botlarımla ve lacivert bağcıklarıyla Fuar’a doğru ilerlerken, arkamdan sesleniyor Osman Abi: Zamanlar çok değişti, çok bozuldu. Ben 30 yıldır buradayım… Ne söylenebilir ki.
—Güleceğine ağla Claudia, siyah bağcık almaya da gerek yok, Osman Abi’nin küçücük boya sandığına bile nüfuz eden “modern zamanlar”ın nişanesi gibi dursun lacivertleri…

1 yorum:

  1. Nasıl olduysa oldu,Sn.Durmuş Bakar'ın yazılarıyla karşılaştım ve pek keyif aldım,pek beğendim doğrusu.Kutlarım.
    Bir de yazıların kronolojisi olsa,hangisi ilk hangisi son anlasaydım daha güzel olacaktı ama tabi söylemişsiniz zaten 1990larda mıydı yazılışları,bu yüzden fazla da itiraz etmeden okudum (sanırım tamamını okuyamadım bu sebeple gerçi ama)
    okuduklarım çok güzeldi..devamı gelecek umarım bunların..arada bakacağım devamı için(okumadan atlamış olabileceklerim için de tabi:)

    YanıtlaSil