Geldim, durdum, baktım...

Gerekli bir açıklama...

Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...

14 Haziran 2012 Perşembe

19:52 • Dr. Durmuş Bakar | , , ,    
“İnanabiliyor musun Durmuş, adam sürekli o merdivenin tepesine tırmanıp tırmanıp iniyor.” Claudia, mahallenin bakkalını anlatıyor. Genellikle grossmarketlerden toplu alışveriş yaptığımız için, nadiren, acil bir şey gerektikçe uğradığımız bu dükkân, birden gözümde büyük önem kazanıyor. Eh, ne de olsa, halkla ilişkiler uzmanı Claudia, ama, sosyolojik analiz de benim işim olduğundan, gülmem gerektiğini düşündüğü halde, yüzümde yarı gölgeli bir ifade belirmesine şaşarak, sürdürüyor: “Geçen gün ben oradayken, bir adam rakı istedi. Bakkal, bir yandan merdivene tırmanırken, bir yandan da ‘içki isteyenlere hiç tahammülüm yok, satması en zor şey’ diye söyleniyordu; kendimi tutamadım, güldüm.”
Ben de acı bir kahkaha patlattım, ne yalan söyleyeyim. Ama, acı’nın altını çizmeliyim.
Hiyerarşinin, yalnızca insanlar arasında geçerli olan ve emir-komuta içeren bir ast-üst ilişkisini belirttiği sanılır genellikle. Oysa, bizim bakkal, bunun böyle olmadığının çarpıcı örneklerinden birini sunuyor.
Hiyerarşi, eninde sonunda, bir sıralamaya tekabül eder. Önemliden önemsize, seçkinden sıradana doğru bir sıralama. Peki, günümüzde, bu sıralamayı belirleyen biricik gösterge, satış değil mi? Hangi televizyon en çok ratingi almışsa, o birinci. Kimin kaseti en çok satıyorsa, o en sanatçı. Kimin bilançosunda kâr hanesi daha şişkinse, o en yüce. Kim daha çok cinayetten, gasptan, suikastten, eroinden falan lekeliyse, o en vatansever.
Bu, en’ler, işte toplumsal hiyerarşiyi belirliyor. Rezalet ortada ama, bizim bakkal da Henri Bergson değil ki, bundan etkilenmesin. Adam bakıyor mallarına, en çok satılanların, yüksek değer taşıdığını düşünüyor. Fiyat değil, sürüm sıralaması yapıyor. Haliyle ucuzluk, ikinci plana düşüyor, pazar payı öne çıkıyor. Üstelik, kendisini kutlamak lazım ki, bütün zahmetleri göğüsleyerek, nifak tohumlarına izin vermiyor ve toplumun kabullendiği hiyerarşiye harfiyen uyuyor. Zaman zaman, Claudia’nın aktardığı örnekte olduğu gibi, isyan ediyor, mırıldanıyor, tahammülü kalmadığını fısıldıyor ama, çark böyle dönmeye devam ediyor...
Ne de olsa, bir küçük mahalle bakkalı tabii. Gene de, Eisenstein’dan bu yana, hiyerarşinin basamaklarla, merdivenle sembolize edildiğini, yani bir reel yükseklikle dışavurulduğunu, sezgisel olarak anlamış. En çok satılanlar tabii ki en üst raflara konulmalı ve onlara ulaşmak için, teker teker basamaklar tırmanılmalı.
Bu kadarla da kalmıyor ki; bakkalın felsefesi, tahmininin çok ötesinde derinlik taşıyor. Bakın şimdi, kendisi halk, tamam mı, tepedeki güzide malı, yine halktan başka birine ulaştırmanın yolu, yani sürümünü artırmanın, piyasasını genişletmenin yolu, yine kendisinden geçiyor. Canı çıka çıka uzanıp alıyor malı, aşağıdaki talepkâra ulaştırıyor. Hani günün birinde, dellenip de, “satmıyorum ulan!” deyiverse, hiyerarşi, tepetaklak oluverecek. Böyle de bir güç barındırıyor aslında özünde.
Ben biraz umutluyum. Zavallıcığın, merdiven imgesine bağlılığı, isyanını getirecek sonunda. Tek korkum, benzerlerini izleyerek, en çok satışı, kendisinin de en kolay yapabileceği yolu keşfetmesi, iyi satan malları tezgâha, elinin altına dizmesi. İşte o zaman, toplum hapı yutmuş, direnen kalelerinden biri daha yıkılmış demektir.
—Bakkaldan bir şey lazım mı Claudia?
—Bir kilo soğanla iki ekmek.
Soğan mı? Bakkal soğan da mı satıyor? Dalgın yürürken bunu düşünüyorum. Sanırım, ajitasyonla adamı konumunda kalmaya ikna çabam yetersiz kalacak. Ufak ufak bir marketleşme eğilimi var demek ki teresin. Gitti gider artık...

0 yorum:

Yorum Gönder