Geldim, durdum, baktım...

Gerekli bir açıklama...

Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...

15 Haziran 2012 Cuma

05:30 • Dr. Durmuş Bakar | , , ,    
Beyoğlu’nda, İstiklâl Caddesi’nde, her türlü zamazingo bulunabiliyor işporta tezgâhlarında. Bu aralar, iki satıcı dikkatimi çekiyor. Biri, kendi deyimiyle “dâhi şair”. Şiir satıyor. Yok, diğer şairler gibi dergilerde telif karşılığı yazmıyor. Ya da, en iyi pazarlayan yayınevlerinin peşinde koşmuyor, elinde “kitap hacmine” zor bela ulaşmış dosyasıyla. Böyle bir şiir satışı değil. Bu, daha çok sayfiye yerlerinde rastlanılan “beş dakikada karikatürünüz çizilir”cilerin şair versiyonu.
-Sahi, eski Galata Köprüsü zamanında, köprüaltı müdavimlerinin tanıdığı bir sima vardı. Elinde, teksir edilmiş şiirleriyle gezer, özellikle genç sevgililere, birbirlerine okumalarını öğütleyerek bunları satardı. Siyah bir Bond çanta taşırdı, ve çantanın üzerinde kartviziti okunurdu: “Şiir Yazarı Şair.” N’oldu acaba şimdi.-
Şöyle ki: Tabelasında, “Güzelliğinizin, kişiliğinizin şiiri yazılır” ibaresi ve şiirlerinden örnekler görülen adamın tezgâhına -mecazen de tam “tezgâh” yani- yanaşıyorsunuz. Artık hediyesi kaçaysa, bastırıyorsunuz mangırı; adama kişiliğinizle ilgili ipuçları mı veriyorsunuz, yoksa gözlerinize bakıp içinizi mi okuyor, hakkınızda soruşturma mı yapıyor bilmem, cart diye şiir yumurtluyor; size adanmış da değil, size özel bir şiir. İsterseniz, kişiliği hiç işin içine katmıyorsunuz, fizik özellikleriniz dökülüyor mısralara.
Şimdi, düşünün bir adamın yaptığı işin zorluğunu. Geçim dünyası, her yazdığının bir güzelleme olması şart. Öyle ya, içinde “koca burunlu” falan diye bir dize parçası olamaz ki. Kafasına geçirirler tezgâhı, müşteri bulamaz olur. İşte sanatının gücü, dehası burada ortaya çıkıyor adamın. Kazulet bir sakillikten, ayın ondördünü yaratabiliyor. Beyaz yalandan kara para! Kimindi o laf, “Şair sözü, inanma ki elbet yalandır”. Kimi arkadaşlar, adamcağıza kızıyor. Ne hakkı varmış şiir gibi, şair gibi kavramları böyle sokağa, işportaya düşürmeye! Saçma! O kavramlar, kelime olarak geçse de, o tezgâhta yok ki. Hem önemli olan da bu değil. Çok daha “uyanık” yollarla kendini pazarlarken şiirin anasını satan nice oturaklı şair var ulvî entellektüel piyasada. Ben asıl, para verip şiir yazdıran, yani öyle sanan insanları düşünüp, onlara içerliyorum. Zaten, bağlantısını kurmak güç gelebilir ama, şiire değil şairin pazarına göre tavır belirleyen yayıncılar ve okurlar da, kendine bir yalan/şiir satın alanlardan temiz değil. –Bunları, bu adamın düşündürdüklerini, bir makalede etraflıca ele almalıyım.–
Ama burada değinmem gereken bir satıcı daha var. Köpükçü! Üfleyici!
Bana çok hoş şeyler esinliyor bu adam. Elindeki, ucu halka şeklinde bükülmüş teli batırıyor sabunlu su dolu şişeye, üflüyor ya da rüzgâra tutuyor, baloncuklar saçıyor ortalığa. Neonlar, batan güneş, tinercisinden kokanasına her türden insan, sinemalar, kitaplar, butikler, güzellikler, çirkinlikler, iyilikler, kötülükler, tüm cadde yansıyor bu baloncuklara. Nereden üflenmişse, o havaliyi yansıtıyor. Bir küçücük balonda buluşuyor her şey; çelişkiler bir bütünlük içinde koyun koyuna. Şiddetli bir hayat felsefesi bu! Bir küçük dokunuşla yok oluveren yansıma/dünyalar! Yüzünüze çarpıp dağılan görüntü/hayatlar! Bazen, önünüzde yürüyen adamın başı üzerinde, çizgi romanlardaki düşünce balonlarını görüyorsunuz, üfleyici sayesinde. Felsefeye dalmış, hayatı, çevrenizdeki her şeyi sorguluyor oluyor bu adam! Üstelik, köpükler saydam olduğu için, düşünce balonunun rengârenk yansıttıklarının ardından, gerçek hayata, somuta da geçit bulabiliyorsunuz.
İsteyene politik çıkarım olanağı da sunuyor köpükçü: Omzunuza konan “küreselleşme”, bir fiskede dağılıveriyor. Anlıyorsunuz ki, her şeyin, herkesin bünyesinde yer bulabildiği, yan yana yaşadığı bir kürecik, uzun ömürlü olamayan bir yalandan ibaret. Patlıyor küre/balon, ışıl ışıl zerrecikler saçarak dağılıyor her yana; feri hızla sönerek yok oluyor...
Hangisinin müşterisi daha çok acaba. Umarım, köpükçününkidir. Şaire karşı üfleyici. Şiire karşı sabun köpüğü. Ters bağlantı kurmak, olguyu derinleştiriyor. Şair üflüyor aslında. Şairin şiiri sabun köpüğü. Üfleyici ise has şair. Köpüklere şiirsel çağrışımlar yüklüyor. Köpükçü, hayatın şairi. Şairin hayatı köpük.
Bu hal, yalnızca söz konusu işportacılar açısından böyle değil!
–Evet evet, bunu yazmalıyım... –

0 yorum:

Yorum Gönder