Gerekli bir açıklama...
- Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...
14 Haziran 2012 Perşembe
Claudia’nın ağzı bir süredir kulaklarında... Galatasaray şampiyon oldu ya. Beni de, durduk yerde Fenerbahçeli ilan edip kızdırma fırsatı yakaladı ya. İşin garibi, ben de yavaş yavaş bu role ısınıyorum. Bunda, canlı bir ortamın ancak farklıların, karşıtların bulunduğu yerde yakalanabildiğini düşünmem de etken oldu doğrusu. Fark ettim ki, mazbut bir adam olarak, günümün önemli bir bölümü evde geçiyor ve iş alanlarımızın bazı kesişme noktaları içermekle birlikte aslolarak farklı alanlar olması, beğenilerimizin örtüşmesi, ya da, fevkalade demokrat yapımız gereği birbirimizin yapıp ettiklerine karışmayışımız, bir monotonlaşma tehlikesi de getiriyor beraberinde.
Son zamanlardaki en cıvcıvlı günler, benim Fenerbahçe lafını ağzıma aldığımda yaşandı. Bu tatlı didişme ortamı, bir canlılık getirdi yaşantımıza. Aslında Fenerbahçe hiç umurumda olmamakla birlikte, bu yüzden, bir oyunu sürdürmeye karar verdim.
Ve fakat -hadi, futbol deyimi kullanayım- bu atışmalar biraz fazla tek kale maça döndü. Elimde, “bizim takım” (hâlâ alışamadım bu lafa, yadırgıyorum) lehine kullanabileceğim ve Claudia’ya savurup “n’aaber?” diyebileceğim hiçbir şey yok çünkü. Daha doğrusu, yoktu... Haldun Taner Usta, imdadıma yetişene kadar...
“Hani bazı kadınlar vardır, hödük koca ile düşe kalka eblehleşir, içleri kararır, ispinoz gibi susar otururlar, ama iyi bir kavalye bulunca açılır, dans eder, bülbül gibi şakımaya başlarlar, işte Fenerbahçe de biraz böyledir. Bakarsınız bir hafta Yeşildirek’le berabere kalır, öbür hafta gider, Londra’da Manchester City’ye İngiliz futbolu öğretebilir.”
Bunları okur okumaz, yüzüm ışıldadı... Döndüm bizimkine, “Biliyor musun,” dedim, “Galatasaray’ın iyi bir takım olduğuna ikna oldum.” Kahretsin! Bir sosyolog, insanlarla ilişkisinde, bir parça “poker face” olabilmeli, yani duygu ve düşüncelerini -bizim örnekte arkaplandaki hinliği- yüzüne yansıtmamayı bilmeli. Nedense bunu beceremem. O pek hoş hafif gerdan kırık ve el kalçaya doğru harekete geçmiş tavrını alarak dikti gözünü yüzüme. Mecburen sürdürdüm: “Yani, hani Galatasaray, Fenerbahçe karşısında galibiyete hasretmiş ya, işte o, iyi takım olması yüzünden. Çünkü Fenerbahçe, karşısındaki takımın hak ettiği kadar oynamak üzere sahaya çıkıyor.”
Bu bir taşla birkaç kuş oluyor tabii. Küme düşmek üzere olan takımlara karşı, neden puan kaybettiğini de açıklayan anahtar bir tahlil var artık elimde. “Amaaan,” diye düşünüyor bizim takım, “bunlara karşı oynasam ne olur, oynamasam ne olur...”
Anlamadım ki, niye güldü... Ne olmuş yani, Haldun Taner, Galatasaray’lıysa? Demek ki, bu, onun objektifliğini gölgelemiyor... Niye ben safmışım? Allah Allah... Hişt, Claudia, baksana biraz buraya...
Son zamanlardaki en cıvcıvlı günler, benim Fenerbahçe lafını ağzıma aldığımda yaşandı. Bu tatlı didişme ortamı, bir canlılık getirdi yaşantımıza. Aslında Fenerbahçe hiç umurumda olmamakla birlikte, bu yüzden, bir oyunu sürdürmeye karar verdim.
Ve fakat -hadi, futbol deyimi kullanayım- bu atışmalar biraz fazla tek kale maça döndü. Elimde, “bizim takım” (hâlâ alışamadım bu lafa, yadırgıyorum) lehine kullanabileceğim ve Claudia’ya savurup “n’aaber?” diyebileceğim hiçbir şey yok çünkü. Daha doğrusu, yoktu... Haldun Taner Usta, imdadıma yetişene kadar...
“Hani bazı kadınlar vardır, hödük koca ile düşe kalka eblehleşir, içleri kararır, ispinoz gibi susar otururlar, ama iyi bir kavalye bulunca açılır, dans eder, bülbül gibi şakımaya başlarlar, işte Fenerbahçe de biraz böyledir. Bakarsınız bir hafta Yeşildirek’le berabere kalır, öbür hafta gider, Londra’da Manchester City’ye İngiliz futbolu öğretebilir.”
Bunları okur okumaz, yüzüm ışıldadı... Döndüm bizimkine, “Biliyor musun,” dedim, “Galatasaray’ın iyi bir takım olduğuna ikna oldum.” Kahretsin! Bir sosyolog, insanlarla ilişkisinde, bir parça “poker face” olabilmeli, yani duygu ve düşüncelerini -bizim örnekte arkaplandaki hinliği- yüzüne yansıtmamayı bilmeli. Nedense bunu beceremem. O pek hoş hafif gerdan kırık ve el kalçaya doğru harekete geçmiş tavrını alarak dikti gözünü yüzüme. Mecburen sürdürdüm: “Yani, hani Galatasaray, Fenerbahçe karşısında galibiyete hasretmiş ya, işte o, iyi takım olması yüzünden. Çünkü Fenerbahçe, karşısındaki takımın hak ettiği kadar oynamak üzere sahaya çıkıyor.”
Bu bir taşla birkaç kuş oluyor tabii. Küme düşmek üzere olan takımlara karşı, neden puan kaybettiğini de açıklayan anahtar bir tahlil var artık elimde. “Amaaan,” diye düşünüyor bizim takım, “bunlara karşı oynasam ne olur, oynamasam ne olur...”
Anlamadım ki, niye güldü... Ne olmuş yani, Haldun Taner, Galatasaray’lıysa? Demek ki, bu, onun objektifliğini gölgelemiyor... Niye ben safmışım? Allah Allah... Hişt, Claudia, baksana biraz buraya...
Arama
Acayip Okunanlar
-
Yayınlayıcıların Notu: Yine “fi tarihli” bir yazısına rastladık Durmuş Bakar’ın... “Blog” açısından yeni sayılır diye, yayınlıyoruz. Böyle ...
-
Delinin zoruna bak! Bana dönecekmiş tekrar. Yok canım, ne Claudia’sı, ne ayrılığı; hayatımda yüzünü görmediğim adamın biri bunu söylüyor tel...
-
Bilinen fıkradır. Adam, geceyarısı eve körkütük gelir, çizmelerinin önce bir tekini, sonra öbür tekini ayağından çıkarıp, küt, küt diye sıra...
-
—Siyah bu siyah. —Osman Abim doğru söylüyor, siyah. Dışarıdan bakanlar açısından garip bir görüntü ve diyalog oluştuğunun farkında olmak ...
-
Claudia’nın ağzı bir süredir kulaklarında... Galatasaray şampiyon oldu ya. Beni de, durduk yerde Fenerbahçeli ilan edip kızdırma fırsatı yak...
-
Kımıldamak! İşte bu ülkedeki sorunların başında, bu kelimenin çok kullanılması geliyor. İkide bir tersleniyor Claudia. “Kımılda biraz Durmu...
-
27 Ekim 1996 Denek, saat 14.00 sularında uyandı. Gözleri şiş, kısık ve altları mor mor halkalanıp torbalanmış. Notlarım arasına, Denek’in ...
-
Ben, Saint Joseph’teydim o yıllar, Tacettin okulu bırakmış pazarcılık yapıyordu. Ama, kitap kurduydu ki, demeyin gitsin. Benim için yalnızca...
-
Kim bilir kaç kere yazdım, bu ülkeye bayılıyorum diye... Geçenlerde Ankara’ya gittim de, bu lafı bir daha haykırmak geldi içimden. Onuncu Y...
-
Beyoğlu’nda, İstiklâl Caddesi’nde, her türlü zamazingo bulunabiliyor işporta tezgâhlarında. Bu aralar, iki satıcı dikkatimi çekiyor. Biri,...
Yeni yazılar mı?
O biraz zor görünüyor, gene de bekleyin isterseniz...
Kim ki bu?
Son Olarak Ne Okuyordu?
- Boris Vian - Günlerin Köpüğü
Arşiv
- Haziran 2012 (23)
0 yorum:
Yorum Gönder