Geldim, durdum, baktım...

Gerekli bir açıklama...

Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...

15 Haziran 2012 Cuma

03:38 • Dr. Durmuş Bakar | , , ,    
Bilinen fıkradır. Adam, geceyarısı eve körkütük gelir, çizmelerinin önce bir tekini, sonra öbür tekini ayağından çıkarıp, küt, küt diye sırasıyla yere atarmış. Gel zaman git zaman, artık aşağıdaki komşu dayanamamış, çalmış kapısını bizimkinin. “Yahu kardeşim,” demiş, “her gece aynı şeyi yapıyorsun, beni uykumdan uyandırıyorsun. Şu çizmelerini çıkardıktan sonra yere atmasan olmaz mı?” Özür dilemiş çizmelerin sahibi ama, alkol işte, ertesi gece gelmiş yine evine, çıkarmış çizmesinin tekini, küt diye vurmuş yere, o an aklına komşusu düşmüş. “Hay Allah,” demiş, “unuttuk sözümüzü, ayıp oldu” ve öbür teki yavaşça diğerinin yanına bırakmış. Bu kez kendisi uyanmış, kapının vurulmasıyla. Açmış ki, aşağıdaki komşu. Ziyaretinin sebebini açıklamış: “Yahu birader, tedirginlikten uyuyamıyorum, öbürünü ne zaman atacak diye. At şu kalan teki de, yatıp uyuyayım artık.”
Sabahın 03’ünde bunu bir parkta, içinde bulunduğumuz durum münasebetiyle anlatınca, daha komik geliyor tabii, gerilen sinirlerin de etkisiyle. İkinci çizme tekini bekleyen komşu gibi, yeni deprem dalgasının ne zaman vuracağını bekliyoruz. Vursa da, ne olacaksa olsa. Ama, usulca çekilip gitmiş olması da muhtemel... Sinir bir durum.
Dışarıdan bakılınca, şu meşhur şenlikli toplum teorisi hayata geçmiş sanılabilir. Koca bir kent, sabahlara kadar, yarı piknik yarı kamping halinde. Ortak tehlike, insanları birbirine yaklaştırıyor. Claudia, iş gezilerini müthiş bir zamanlamayla yapar hep, yine öyle olduğundan, ben düğünlerdeki uzak akraba gibi, tek başıma kıçın kıçın yanaşıyorum birilerine. Elbet güvenli bir yere gidebilirim, ama böyle bir gözlem fırsatı da her zaman ele geçmez ki. Nitekim, öyle çok şey birikti ki sizlerle paylaşacağım, birkaç sayı sürecek sanırım. İlk olarak, Mebrure Hanım ve benzerlerini anlatayım.
Gözlerini hiç ayırmıyordu Mebrure Hanım, Terrier cinsi köpeğinden. Ben de aman ne teoriler üretiyorum, yok yalnız bir kadın olsa gerek, tek can dostu bu köpek, onun için üzerine titriyor, yok bilmem ne. Ne var ki, etrafımdaki kalabalığın önemli bir kısmının Mebrure Hanım’ın sülalesince oluşturulduğunu öğreniyorum çok geçmeden. Teori üretmekten vazgeçmiyorum ama. Hmm, herhalde kendini korumaktan en aciz yaratık olarak onu gördüğünden, sürekli gözetiyor gibilerden. Sonra, köpek ne zaman şöyle bir başını kaldırıp havayı koklasa Mebrure Hanım “aman aman” diye bağırınca anladım durumu. Sezecekmiş de depremi, uyaracakmış! Sismografik ölçüm aleti muamelesi yapılıyormuş meğer zavallıya. Aklı kıt adam mı ararsınız, etrafında da meraklı bir kalabalık, öylece hayvanın gözüne bakıyor. Bir dişi kokusu alsa hav hav hav, haydi bizimkiler ayakta. Yoldan araba geçse hav hav hav, yallah panik.
Neyse ki, üç kere sallandık o gece de, bu kepazelik sona erdi. Neyse ki diyorum, çünkü, üçünde de, moloz gibi yatıyordu Max. Hani neredeyse, Mebrure Hanım dürtecek köpeği, “kalk lan, deprem oluyor, kendini kurtar” diye. Devekuşuna, “ne kuş, ne deve” diye kızarlar ya. Yahu, hayvana o adı takan sizsiniz, o size hem uçarım hem çölde yük taşırım demedi ki. O hesap, Max yok yere itibar kaybetti. Nesillerdir kentlerde, evlerde salonlarda beslenen gariplerde, doğal güdüler, sezgiler de törpüleniyor tabii, o ne yapsın.
Max devrik kral gibi eşelenip debelenirken kendi halinde, ilgiler Bayram Abi’ye yöneldi. Bayram Abi, bir derya canım. Konu deprem mi, “Bayram Abi” deyip, orada duracaksın yani… Anlatayım bakın…

0 yorum:

Yorum Gönder