Geldim, durdum, baktım...

Gerekli bir açıklama...

Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...

14 Haziran 2012 Perşembe

19:50 • Dr. Durmuş Bakar | , , ,    
Steven Spielberg’ün hazırladığı, kısa kısa öykülerden oluşan bir televizyon dizisi vardı, anımsar mısınız? “Amazing Stories”, gerçekten de fantezinin sınırlarını zorlayan, inanılmaz öykülerden oluşurdu ama, hepsinin temelinde, gerçek dünyaya, yaşadığı çevreye, etrafına dikkatle, ayrıntıları atlamadan bakan bir çocuğun muzipliğinin yattığını görebilirdiniz ve bu sayede, o şaşırtıcı, garip olayların belki de siz görmeden, az ötenizde cereyan ettiği gibi bir duyguya kapılır, biraz gözlem, biraz da hayal gücü süslemesiyle benzer senaryoları kolayca yazabileceğinizi düşünürdünüz. Bilmem, vurgulamaya gerek var mı, bilim-kurgu’dan bahsetmiyoruz.
Bu aralar, bu konuya takmış vaziyetteyim. Nasıl oluyor da, Şark havasının, toprağa bağlılığın, onlarca uygarlığın efsanelerine yataklık etmişliğin beldesinde, düş gücünün, söylentilerin, tevatürlerin Türkiyesi’nde, bugün böyle yapıtlar üretilemiyor? Fanteziler seksten, hayaller hurafelerden ibaret. Doğru dürüst asparagas bile yok ortada. Besbelli, kimsecikler destanlara, masallara falan bakmaktan geçtik, etrafına bile bakmıyor. Ya da, bakıyor ama, etrafı birkaç bar, gece kulübü ve Amerikan magazinlerinden ibaret. Onları yansıtıyor, taklit ediyor; en fazlasından, hurafelere bel bağlıyor günümüz yazarları, yönetmenleri. Böyle olunca da, bu ülkenin sokaklarında akıp giden gündelik hayattan izlenimler, tanıklıklar aktaran bir sosyolog, fantezi yazarı gibi algılanıyor. Tamam tamam, benzer şikâyetleri, daha önce de dile getirmiştim bu sayfalarda. Ama n’aapim?
Mesela, matematikte yepyeni sayısal bağlantılar kurarak değişik hesaplama yöntemi geliştirmiş bir minibüs şoföründen söz etsem, kim inanır şimdi bana?
Claudia’nın o şatafatlı Range Rover’ı sefil bir İSKİ çukuruna yuvarlanıp “zedelendiğinden” beri (nedense, “hurdaya çıktı” tanımı yerine bunu tercih ediyor), benim mütevazı BMW, kendilerine tahsis edildi. Eh, fırsat bu fırsat, katılacağım bir radyo programına gitmek için, minibüsü tercih ettim. Ne de olsa, beslenme kaynaklarımla arada bir sıcak temas kurmalıyım. Tam, minibüse binmekten de ne kelime, anamdan doğduğuma bile pişman olmuşken, son binen beş kişilik ailenin ayakta en rahat durabilen üyesi, sordu: “Kadıköy ne kadar?” Yolculardan biri 125 bin lira olduğunu söyledi. Adam, yanılmıyorsam 1 milyon lira uzattı şoföre, “beş kişi alır mısın” diyerek. Bu arada, “İnecek var” demek için ağzımı açarsam ortalığın berbat olacağını bildiğimden, bir yandan soğuk ter döküp, bir yandan da kırmızı ışığa denk gelsek ve bu kez bizim şoför kurala uyup dursa da, kendimi dışarıya atıp canımı ve minibüsü kurtarsam diye dua ediyordum ki, Karadenizli şoförün beş adet 125 bini hesaplayışını duydum. Aynen aktarıyorum: “300... 400... 450... 525... 625!” Sonuç doğru! Ve fakat, o doğruya ulaşana kadar geçilen ara toplam aşamalarındaki keramet nedir? Nasıl bir dizge bulmuş bu adam?
Bu matematik dehasını kısa günün kârı olarak sayarken, radyo binasının yanındaki bir büfeden sigara almak istedim. Burada da, görecelilik kuramı üzerine bir ders alacağımı nereden bilebilirdim ki? “Kısa Camel var mı‚” dedim büfeciye... Sanki bir havuz problemi sormuşum gibi bir müddet baktı yüzüme, gözlerini hafif kısıp hesaplar yaptı. Sonra, raflara uzandı, bir elinde uzun Marlboro, bir elinde uzun Camel belirdi. İkisini yan yana getirdi, boylarını ölçtü. Ben dehşetle izlerken ve bir yandan da, dalga mı geçiyor diye endişelenirken, o, Marlboro’yu bırakıp, hanımların rağbet ettiği Eve sigarasını aldı raftan. Eve, uzun Camel’dan daha uzun. İkisini uzattı bana doğru. “Var galiba” dedi. Uzun Camel sigarasından bir tane yakarken düşündüm... Bu gösteriden sonra, sigaramı şöyle isteyeceğim: Camel ailesinde yer alan sigaralar içinde, boyca kısa olanından var mı?
Pöh! “Amazing Stories”miş...

0 yorum:

Yorum Gönder