Geldim, durdum, baktım...

Gerekli bir açıklama...

Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...

14 Haziran 2012 Perşembe

19:13 • Dr. Durmuş Bakar | , , ,    1 yorum
Bu ülkenin, gözlemek dürtülerini kışkırtan, insanı olmadık hayat felsefeleri inşa etmeye zorlayan bir yönü olduğunu söylemiştim. Sekiz-dokuz yıl kadar önce, yaz tatili için geldiğimde, apar topar, yeni kurulan bir sosyalist partinin kongresine götürmüşlerdi beni. İlk olarak orada fark ettim bu toprağın özelliklerinden birini... Kürsüye her çıkan, bir önceki konuşmacının partinin gücüyle ilgili saptamasını üçle çarpıyordu ve bu katlanarak gidiyordu.
Tamam, ben ideolojik şeylerden pek hazzetmem ama, bir sosyolog olarak, küçük yapıların, mücadele azmini bilemeye yönelik böylesi tutumlarını anlarım. “Gelecek, nasıl olsa bizim”den yola çıkıp, “aslında bugün de bizim”e gidişe de sıcak bakabilirim. Gene de, beni oraya sürükleyen arkadaşımın kulağına, “Aşkolsun Hilmi,” demiştim, “insan, yarın sosyalist bir ülkede uyanacağını en yakın arkadaşına haber vermez mi?” Önce kızdı tabii, bir dizi sosyal ve politik analize girişti o öfkeyle, benim apolitik vaziyetime tükürdü, sonra, bir espriye gösterdiği tepkinin dozunu fazla kaçırdığını anlamış olsa gerek, “bizim insanımız, mübalağayı sever” dedi. Bunun niye böyle olduğu folkloral sosyolojik verilerle açıklığa kavuşur kuşkusuz. Konuşmalara ara verildiğinde, tuvalete gittim. –Aksaray’da bir düğün salonundayız– İnsanın gözleri, en çok o işi yaparken oyalanacak birşeyler arar ve o yüzden tuvalet graffitisi çok gelişmiştir ya, burada öyle şeyler yoktu. Sifona baktım. Dileyen araştırsın, umumi tuvaletlerdeki sifonların yüzde doksanı “Visam Lord 88”dir; bu farklıydı: “Niyagara”! İnsan atığını kanala sürüklemekten aciz dökülen suyun kaynağına verilen ad bu. Sonraki hatipleri daha hoşgörüyle dinledim. En azından, tuvaletlerindeki sifonları “Niyagara” adını taşıyan bu salondaki atmosfer, böyle etkileyebilirdi insanı...
Gel zaman git zaman, iyice kanıksadım bu durumu. Eminönü’nde “Cemre... Lezzet Yuvası” tabelasının, kaşarlı tost yapan bir kıytırık büfeye asılması şaşırtmadı beni. Cihangir Lenger Sokak’ın arkalarında bir yerde, bakkaliyenin sınırlarını aşamayan bir dükkânın “Ultra Mega Süper Market” tabelası da. Taksim’in göbeğindeki bir reklam panosunda “Çatınızla Gurur Duyacaksınız” ibaresini okuyunca, “nasıl yani” nidası attıysam da, üzerinde pek durmamayı öğrendim. Sıraselviler’de, her lafa “biz sanatçılar” diye başlayan bir berberim de var; hatta geçen gün, sakal tıraşı için çaydanlıkta su kaynatmakta kullandığı piknik tüp devriliverince telaşlandı, duruma hâkim olunca da, “yaa, İstanbul’u evliyalar koruyor” dedi...
Abartmış olmayayım, bunlar gibi binlerce örnek, küçük bir semt turuyla bulunabilir. Ama, hiçbiri, o reklam gibi dumura uğratmadı beni. Televizyonda izledim. Hangi şampuandı unuttum ama, şöyle diyordu: “Kepek sorununuz yok mu? Çok yazık. Oysa, şimdi falanca şampuan, kepeğe karşı çok etkili.” Vay anasını! Şampuan öyle iyi ki, sırf kullanabilmek için, kepek sorunumuz olsun diye dua edeceğiz...
Dua dedim de, rahmetli babamın arşivinde, aile dostumuz Mithat Amca’nın, karısının ölümü üzerine verdiği ilan saklanmış. Adamcağız, “çok elim”, “büyük acı”, “tariflere sığmaz” türü başlıklara tepki olsa gerek, şöyle duyurmuş eşe dosta Mukadder Teyze’nin ölümünü: “Alelade bir vefat”!
Bu ülkeyi seviyorum...

1 yorum:

  1. Hepomutsuzçocuk çoktandır blog dünyasında böyle güzel yazılar okuyup,bu tür bir mutluluk yaşamamıştı.Çok güzeller hepsi ayrı ayrı,hangi birine yorum yazayım bilmiyorum ki..Siz tamamını bir defada bloga koymuşsunuz ama ben bir defada yorum yazamıyorum her birine..Ama şu niyagara sifon ve salondaki atmosferin kıyası muhteşemdi..

    Yazılar çok çok güzeller,ve ayrıca blog yazısı olmaktan daha ilerideler..Yine kutlarım:)
    Sevgiler

    YanıtlaSil