Geldim, durdum, baktım...

Gerekli bir açıklama...

Bu blog, zamanında çeşitli metrukelerde ve üniversite arşivlerinde Dr. Durmuş Bakar’ın makale ve değinilerine rastlayıp da, okumaktan hoşlanmış bir grup öğrencinin, boş durmaktan sıkıldıkları bir an verdikleri kararla yayına girmiştir. Yayıncılar, Dr. Durmuş Bakar’dan izin almamış olduklarını alenen beyan ederler. Dr. Bakar, uzun yıllar yaşadığı ABD'den, “Neo-sol: Ideoloji ve Tipoloji” başlıklı Uluslararası Sosyoloji Semineri’ne sunacağı bir tebliğle ilgili araştırma/gözlem yapmak üzere ülkesine döndü. Ve basireti bağlandı, kaldı. Dr. Durmuş Bakar’ın tebliğe ilişkin notları (ki, yazı listesinde “Gözlem Güncesi” adıyla yer alıyor), ülkesine yerleşmeye karar vermesiyle yarıda kesiliyor. Süregelen gözlemleri ise, ayrı makaleler halinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı... Bu blog çalışması, öncelikli olarak, Durmuş Bakar’ın 90’lı yılların sonuna doğru kaleme alınmış yazılarını ve notlarını aktarmayı ve eğer kendisine ulaşılabilirse ve yeni yazıları varsa, onları da talep ederek bu siteye eklemeyi hedefliyor. Bu nedenle, okuyanlar, anlatılanlardaki tarih dilimini gözden kaçırmamalıdır...

15 Haziran 2012 Cuma

03:35 • Dr. Durmuş Bakar | , , ,    
“Aslını inkâr eden haramzade...” Anlamadı tabiî. Hem bu sözü anlamamanın, hem de elimde tuttuğum kırık cep telefonunun etkisiyle, gözünü pörtletmiş bakıp duruyordu öööle Claudia. Seviyorum onun bu hallerini. Aslında bu ülkeye ve insanlarına beklediğimden çok daha çabuk uyum gösterdi ama, kimi deyimleri ve kimi hareketleri anlayabilmesi biraz daha zaman alacak tabiî.
Ona, yaptığım şeyin, bu ülkedeki herkeste çocukluktan kalma bir refleks olduğunu anlattım. Daha doğrusu anlatmaya çalıştım. Zamanla anlar. Çocuksunuzdur, harçlık verirler, ya da bakkala gönderirler, harçlığınız ya da alışverişin üstünden kalan para yere düşerse, artık kuşaktan kuşağa geçmiş bir refleks mi desem, bir tür bize has içgüdü mü, hemen üzerine basarsınız paranın. Yuvarlanmasın, gözden kaybolmasın, biri kapmasın falan diye midir, paraya efendisi olduğunuzu göstermek, böyle yapmakla elinizden kurtulamayacağını kanıtlamak, sahiplik ilan etmek için midir bilemem. Düştüğü yerde sabitlersiniz işte. Harçlıksız kalacağınıza ya da paranın üstünü kaybettiğiniz için azar işiteceğinize, Türk Lirası’nı Koruma Kanunu’nu çiğnersiniz yerdeki paranın yanı sıra. Eh, o telaşla da, biraz sertçe basarsınız. Bu, büyüyünce de pek değişmez bir reflekstir. Tabanınızın altına alacağınız nesne ise değişkendir. (Bunu insan ilişkilerinde de uygularız laf aramızda. Birini kaybetmek istemediğimizi, böyle gösteririz. Kaybederiz!) Bu kez, benim çiğnediğim, arabadan inerken düşürdüğüm cep telefonumdu...
Claudia’nın o bakışını hiç unutamayacağım... Önce sinirlendim de eziyorum zannetmiş, böyle bir öfkeye anlam verememiş. Sonra, nedenini anlatınca da, koskoca bir sosyologun bunu nasıl yaptığına anlam veremedi. Ayağımı bastığım ve likid kristal ekranın çatırtısını duyduğum an, gözlerim ayağımda, ben de donakaldım aslında. Dünya durdu, buz gibi bir yel esti. Ama ne çare. Genlerimi inkâr edecek değilim hoş.
Claudia, bu aletten hiç hoşlanmadığımı da bildiğinden, sanırım yaptığım şeyin bir tür taammüden cinayet olduğundan kuşkulanmış olsa gerek, hemen gidip yeni bir tane alacağımızı söyledi. Ne yalan söyleyeyim, zerrece üzülmüş değildim aslında, bu soğuk aletten kurtulduğum düşüncesi bile geçivermişti kafamdan. Ama kurtuluş yok. Claudia’nın sağ kaşı havaya kalktı mı, itiraza yeltenmeyeceksin bile! Tıpış tıpış takıldım peşine. İstiklal Caddesi’nde, Tünel taraflarındayız. Belki anımsayanınız olur, bir Japon’dan daha iyi Japonca bildiğini iddia eden bir kuruyemişçiyi anlatmıştım size. İşte o kuruyemişçi, şimdi “GSM Center” olmuş... Bu da hoş. Pıtırak gibi bitiyor cep telefonu satıcıları. Bir zamanlar, video salgını ilk başladığında da böyle olmuştu. İnanın, bir kasap ve bir kunduracının, dükkânlarının bir bölümünü de video kiralama işi için kullandıklarını gözlerimle görmüştüm. Girdik kuruyemişçiye, pardon “GSM Center”a.
Herkesin kullandığı marka ve modeller, bana itici gelir. Yok, kendimi farklı biri, sıradandan ayrılan biri gibi görmek duygusundan değil de, bir modanın izleyicisi gibi algılanmaktan çekindiğim için. Tamam, biliyorum, bu da sanki herkes benim ne kullandığıma bakıyormuş, beni izliyormuş gibi bir kompleksin sonucu olarak görülebilir. Ama.. Neyse uzatmayalım, adam sayıp döküyor modellerin özelliklerini. Claudia da, dikkatle inceliyor hepsini. Ben oflayıp pofluyorum. Zaten, 48 programlı bulaşık makinesinin ne işe yaradığını da anlamamışımdır ki. Adam konuşurken, ufacık bir cep telefonunu işaret ettim. “Bu iyi, bunu beğendim” dedim. “Yok abi,” dedi, “o size yaramaz.” Beni tanıyor ya kırk yıldır, içli dışlıyız ya, ne bana yarar ne yaramaz biliyor ve beni koruyor canım. Nefret ederim bu yalandan! Terslendim. “Niye kardeşim, yoksa fiyatı düşük olduğundan sana mı yaramaz?” “Yanlış anladın abi” dedi, biraz sonra açıklayacağı şey karşısında benim bu tepkimden utanacağımı bilmenin tebessümü vardı yüzünde. “O, sadece telefon!” Numara çevirerek birini arayacağınız, numaranızı çevirerek birinin sizi arayacağı ve araşıldıktan sonra konuşacağınız aletin telefon olması yetmiyormuş demek ki. Bu açıklama karşısında, elim ayağım dolandı ve telefon düşüverdi. Ve ben yine az önceki refleksle... Satıcıyla aynı gendendik, tepki göstermedi; Claudia bu kez sırıttı acı acı; ben American Express kartımı uzattım, yanaklarım kırmızı...

0 yorum:

Yorum Gönder